30 Temmuz 2012 Pazartesi

Kill Bill



Hollywood Sinemasının İthal Kültür Ürünü Mü?
Bir Kill Bill İncelemesi



Bu yüzyıl iletişim çağı olarak nitelendirilirse herkesçe kabul görmese de yadırganacak bir isim koyma çabası da olmayacaktır;  İletişimin yaygınlığı ve büyük etkinliği yadsınmayacak kadar ortadadır çünkü.  İşte bu geniş denilebilecek “ama eşit değil” iletişim imkânları büyük bir etkileşimi de beraberinde getirir ve günümüz dünya insanları hiçbir çağın yaşamadığı kadar birbirleriyle iletişim imkânlarıyla donatılmış bir nesildirler aslında. Böyle bir konjonktür elbette, olgun tatlı meyvelerini verir ve kültürel etkileşimle işlenip üretilmiş birçok sanat eseri bu çağın birer ürünü olarak kendini gösterir.Analizini yapmaya çalışacağımız sinema eseri de işte böyle bir etkileşimin meyvesidir bizce. Yeterince olgun ve tatlı mıdır peki? İşte asıl mesele tam da budur.
O Ren Ishii (nağm-ı diyar Cotton Mouth) ile baş kahramanımız  ölüm makinesi Gelin (yeminini etmeden önce ki kod adıyla Black Mamba) birinci bölümünün sonunda beklenildiği gibi karşı karşıya gelmiştir işte, birbirlerine saldırırlar ve ilk darbe O Ren Ishii’den gelir. Gelin sırtına ciddi bir kılıç darbesi almıştır ve düşmanı alaylı bir şekilde ona bakarak “beyaz Amerikalı kız samuray kılıçlarıyla oynamayı seviyor.” der. Bu sahneye tekrar döneceğiz ama bu sahne ve devamı hem filmin oluşturulma mantığını hem gerçekle ironik bağını anlatmak için güzel bir çıkış noktası.

O-Ren Ishii ile Gelin'in Nihai Savaşı: Kill Bill Vol-I


Kendine has bir üslubu ve orijinal bakış açısıyla bir çok yönetmenden ayrılsa da Hollywood bacasız sanayisinin bir üreticisi olarak yönetmen Quentin  Tarantino, samuray kılıçlarıyla mı oynamak istemiştir sadece bir mistik doğu hayranı beyaz olarak? Aslında bunu direkt olarak söylemek kesinlikle Tarantino için büyük bir haksızlık olacaktır. Hiç bir şey olmasaydı bile başta bahsettiğimiz kendine has üslubu ve orijinal bakış açısı sanıyoruz ki sinemasal nitelik açısından ortaya kötü bir film çıkmasına zaten izin vermeyecekti fakat bunların yanında yönetmenin yıllarca beslendiği Wuxia’lardan tutunda Japon animelerine ordan sinemasının alamet-i farikası istismar filmlerine kadar tüm bu sinemasal kaynakları onun ironik bakış açısı ile vahşet ve mizah yüklü tuhaf dünyasıyla birleşince ortaya sinema tarihinin en curcunalı seyirliklerinden biri çıkmıştır zaten.
Etkilendiği kültürler ve yapıtlarını özel olarak biraz daha irdelemek gerekirse en temelinde bir intikam hikayesi olan Kill Bill 1973 yapımı Toshiya Fujita filmi Lady Snowblood’dan oldukça etkilenmiştir. Bunun yanında kullandığı anlatım teknikleri, diyaloglar, karakterler ve kostümlere kadar her şey de Uzakdoğu dövüş filmlerinin tanıdık halesini hissetmek hatta açıkça verildiği için direkt olarak fark etmek mümkündür. Bunun yanında karakterlerinin sadece performansları değil inşalarında ki abartı onları tipleşmeye yaklaştırmış; sıkı aralıklarla serpiştirilmiş ironik ve hatta absürt diyaloglar ve durumlar birleşimi bir Tarantino evreninde olduğunuzu açık seçik zaten size hissettirmiştir.

1973 Yapımı Lady Snowblood Kill Bill'in atalarından.


Tüm bu Uzakdoğu kültürü referans ve alıntılamalarına rağmen Kill Bill, sinemasal gerçekliğinde ki sosyal evreni içinde tam bir Amerika atmosferine hakimken yine sinemasal gerçekliği içinde tüm bu kültür karmaşasına bir Amerikan kimliğiyle dahil olmaktadır. Gelin, Hattori Hanzo kılıcıyla Amerikalı beyaz bir kadındır. Ve tüm karakterlerde Amerika evrenine gayet realist  “filmin realiteye izin veren atmosferi nispetinde” ve organik bağlarla bağlanmış durumdadırlar.
Tespitini yaptığımız “eleştirisini değil” bu Amerika atmosferi ile iç sinemasal evreninin üstte bahsettiğimiz unsurlarıyla örülmüş Tarantino kokusu, yine üstte açıklamaya çalıştığımız Uzakdoğu kültür ve mitleriyle bezenmiş karakterleri ve kotarılmış dokusuyla Kill Bill sinema tarihinin modern kült yapıtlarından biridir bizce. Ve son söz olarak en başta ki küçük sahnemizi tamamlamak yazıyı istediğimiz zemine oturtacaktır sanırım.

Tarantino Kill Bill Vol. I in setinde Uma Turman'a Direktif Verirken

Gelin’in samuray kılıcının tüm gücü ve maharetiyle O Ren Ishii’ye saldırıp onu bacağından yaralaması aslında onun “ samuray kılıcıyla oynayan” alelade bir beyaz olmadığını Ishii’ye nasıl kanıtlamış ve ona özrünü diletmişse bu filmin ulaştığı yetkinlikte Tarantino’nun her gördüğü güzele çıkarcı bir ayran gönüllülükle göz süzen bir Hollywood yönetmeni olmadığını tüm dünyaya aynı şekilde kanıtlamıştır. Ama bu yanlış anlaşılma için bir özre gerek var mıdır? Varın buna da siz karar verin…


Kill Bill Vol. I Fragmanı 





Kill Bill Vol. II Fragmanı



Bram Stoker’s Dracula


Zamanında Böyle Vampirlerde Varmış Arkadaş


            Vampirli filmlerin, dizilerin, çizgili, çizgisiz romanların daha envai çeşit nelerinde nelerin büyük bir popülariteyle seri üretim ürünleri gün be gün sayılarına yenilerini ekleyedursun; türünün hoş bir örneği olan Bram Stoker’s Dracula sinemada kendine has özel bir tada sahip nadir vampir filmlerinden biri olarak 20 yıla yakın süredir önemini korumakta.
            Bram Stoker’ın yazdığı Dracula romanının en iyi sinema uyarlamalarından biri olan 1993 yapımı filmin yönetmen koltuğunda Francis Ford Coppala otururken Drakula rolünde gerek oyunu gerek karizmasıyla rolünün hakkını fazlasıyla veren Gary Oldman’ı görmekteyiz. Oldman, Dracula karakteriyle sinema tarihinin belki de en etkileyici vampir-Dracula örneklerinden birini vermekte.
            Türün tarihine baktığımızda 1922’de F. W. Murnau’nun Nosferatu’suyla başlayan Vampirlerin sinema macerası Murnau başta olmak üzere; Werner Herzog’dan (Vampir Nosferatu/Nosferatu Phantom der Nacht) Tony Scott’a (Hunger) David Crononberg’den (Rabid) Guillermo Del Toro’ya (Blade II) Roman Polanski’den (The Fearless Vampire Killers) Neil Jordan’a (Interwiew With The Vampire) ordan Chan Wook Park’a (Thirsty/Bakjwi) kadar birçok usta yönetmenin ismine rastlamak mümkün ve şüphesiz ki Coppala’da Dracula ile türün en iyi örneklerinden birini veren ustalardan.
            Konusuna aşina olan çoktur ama yinede şöyle bir üstünden geçmek gerekirse; Genç Avukat Jonathan Harker (Keuna Reeves) şirketinin verdiği bir görev için Transilvanya’ya Kont Drakula’nın şatosuna doğru yola çıkar. Görevi Kont’a Londra’dan almak istediği mülk için aracılık etmektir fakat Londra’da bıraktığı nişanlısı Mina’nın (Winona Ryder) resmini Kont’un görmesiyle Jonathan artık kalede bir esir haline gelir çünkü Mina, Kont’un 400 yıl önce ölen karısının tıpatıp benzemektedir. Kont Londra’ya yaptığı yolculukla Mina’ya ulaşır ve 400 yıl önce yarım kalan aşk küllerinden doğarak gücüyle Drakula’nın da kurtuluşu olur.
Oldman, Dracula karakteriyle sinema tarihinin belki de en etkileyici vampir-Dracula örneklerinden birini vermekte

            Film gösterime girdiği yıl 3 dalda Oscar’ı kucaklar; bunlar en iyi kostüm, en iyi makyaj ve en iyi ses kurgusudur. Gerçektende aşırı stilize görselliği ve teknik kusursuzluğuyla Dracula zevk alınarak izlenecek bir seyirlik sunmakta. Uçuşan saten kumaşların olduğu kadar kanlı bir şekilde gövdeden kopan kafalarında bu stilizasyona katkı sağladığı söylenebilir. Filmin yarattığı atmosferin gücü; müziklerden kostümlere, mekanlardan efektlere her bir öğenin üstüne düşen vazifeyi makul ölçülerde yerine getirmesiyle baskın bir şekilde kendini gösterirken; Drakula’nın da en önemli unsuru olabilmiş. Tüm bu stilizasyon; yönetmenin teknik yetkinliklerini sonuna kadar ama yerli yerince kullanması, senaryonun makul yapısı, ünlü oyuncuların bolluğu ve karakterlerine uyumlarıyla birleşimi ortaya sadece türünün değil hem yönetmenin filmografisinin hem de sinema tarihinin önemli klasiklerinden birini çıkarıyor.
Filmin yarattığı atmosferin gücü sırtını dayadığı belki de en önemli unsuru

Günümüz vampir filmlerinin-dizilerinin hitleşen tematik yapısını oluşturan -ergen aşkı- merkeziliğinin aksine Drakula tam bir yetişkin filmi. Her bir kan emme sahnesinin cinsellikle iç içe geçmesi vampir kültünün metaforik alt yapısının cinsel birleşme olduğuna dair yapılan okumaları haklı çıkartan bir paralellikte. Tüm bunlar bir yana sadece filmin genel atmosferinde ki karakterler arası gerilimlerle dahi her daim bu hava hafif hafif eserek kendini hissettiriyor.

Totalde ki tüm bu özellikleriyle Bram Stoker’s Dracula eli yüzü düzgün bir vampir filmi izleyeyim diyecek olunursa bu beklentiyi fazlasıyla karşılayabilecek niteliklere sahip bir film iken türünün ister evvelden olsun ister son çıkan popüler örneklerinin sürüklemesiyle olsun hayranı olanlar için ise kesinlikle eksik bırakılmaması gereken bir zinciri.

Film Fragmanı

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Işıkla Zamana Atılan Çentik



sinem-a! sevgili yanıyor
medet, medet ki
yangınımı aşina edeyim...
IŞIKLA ZAMANA ATILAN BİR ÇENTİK İLE.