25 Nisan 2013 Perşembe

Aguirre Wrath Of God



Ben büyük bir vatan hainiyim.
Benden büyüğü olamaz!
Firarı düşünenler 198 parçaya
ayrılacaklar!
Ardından duvar boyası haline
gelinceye kadar çiğnenecekler.
Her kim bir mısır tanesi fazla yer
ya da bir yudum fazla su içerse
155 yıl kilit altında tutulacak!
Eğer ben, Aguirre, kuşların
ölüp, ağaçlardan düşmelerini istersem
kuşlar ölüp, ağaçlardan düşecekler.
Ben Tanrı'nın Gazabıyım!
Bastığım yer, beni görür
ve titrer!
Fakat beni ve nehri her kim izlerse,
muazzam zenginlik kazanacak.
Ancak, firar edenler...





           1500’ler Amerika kıtası, coğrafi keşiflerle sayıları gittikçe artan konuklarını ağırlamakta. Aguirre’ninde bir ilham kaynağı olarak sıklıkla bahsettiği gibi Meksika keşfedilmiş. Herzog’un kamerasının muhatabı küçük grubumuzun kızıl elması ise El Dorado adında altın zengini olduğu belirtilen bir şehir ve onun fatihi olma şerefi.
            Filmin konusunu bu kadar resmi ve gerçek olaylara sadık kalınmış gibi açıklamış olsak da aslında filmin gerçek olaylardan esinlenmesine rağmen bundan ötesini de yapmadığını eklemek yerinde olacaktır. Örneğin dış ses anlatımıyla olayın onun günlüklerine dayandırıldığı rahip Gaspar de Jalvacal bu tarihlerden çok önce bölgeye gitmiş aslında.

Filmin hikayesi 1500'ler Amerika kıtasında geçmekte.

            Filmin başında ki Kızılderili kölelerden ve İspanyol askerlerinden oluşan grup arazinin zorluğu dolayısıyla keşif için daha küçük bir gruba ayrılmak zorunda kalıyor ve asıl hikâyede bundan sonra başlıyor. Grubun komutanlığı Don Pedro de Ursua’ya verilse de; asıl kahramanımız Don Lope de Aguirre bu küçük grupta etkinliğiyle Ursua’yı saf dışı bırakarak egemenliği ve istediğini yapmak için gerekli olan gücü eline alıyor. Zaten tüm bu film evreni içinde asıl anlatım nesnesi de Aguirre’den başkası değil bir bakıma. Hikâye inşasını tamamlamış ve seyircisini atmosferine aşina kılmış film, bundan sonra asıl meselesine odaklanıyor gibi: Aguirre’ye…

Aguirre amaçlarını gerçekleştirmek için ilk Ursua'yı saf dışı bırakıyor.

            Herzog’un sonraki birçok filminde de beraber çalışacağı Klaus Kinski tarafından canlandırılan Aguirre, en kısa ifadesiyle; aşırı rahatsızlık verici rahatsız bir karakter. Sarı saçları ve mavi gözleriyle soğuk ve tekinsiz dış görünüşü, tuhaf jest ve mimikleri ve de en önemlisi kendini açtıkça tüyleri ürperten fikirlerinin peşinden her şeyi ezip geçebilecek kişiliği… Grubun ayrılmasıyla kısa bir sürede yönetimi ele alan Aguirre asıl amacına: El Dorado’ya ulaşmak için gerekli olan yolculuğu başlatıyor. Filmin açılış sahnesinde daha en başından vurgulanan doğanın zorlayıcı koşulları ile yerlilerin ara ara grubumuza vermiş olduğu rahatsızlıklar herkesi canından bezdirecek hatta son kertede aklını yitirtecek bir noktaya sürüklerken; sadece Aguirre’yi ve sahip olduğu amaca iradi bağlılığını hiç ama hiç etkilememektedir. Aşırı megaloman kişiliği, topluluğa ara ara verdiği tüyler ürpertici nutuklar dışında pis işlerini yaptırdığı Perucho’ya verdiği emirlerde de aşırı bir edebileştirmeyle zemin bulurken; kişiliğinin rahatsız ediciliğini sağlayan saç ayaklarını şu şekilde sıralayabiliriz:

Aguirre tüm film boyunca irite ediciliğini koruyor.


Amaca giden yolda her şeyin mubah sayılması ve tereddütsüz uygulanması.
            Amaca hizmet etmeyecek bir şey canlı bile olsa asla dikkate ve değere tâbi olmaması (ki burada Aguirre’nin duygusal bir değer biçtiği kızının bile filmin sonunda söylediklerinden anladığımız üzere gözünde ki değeri mutlak amacıyla ilintilidir.)
            Kati bir irade, keskin bir zekâ ve üstün bir kabiliyet (bir kabiliyetsiz veya aptal yeterince güçlü olamayacağından şüphesiz ki rahatsız olmaya değer bulunmazdı.)
            Ve tüm bunları sarıp sarmalayarak bizi etkisi altına alan ruhsuz çılgınlığı.
           
            Sonuncusu öylesine baskın ki üçüncü maddede saymış olduğumuz özellikleriyle bir deha olarak addedilebilinecekken bu baskınlık kesinlikle onu çılgın kategorisine yerleştirmektedir. Bu yargıya destek olarak tuhaf vücut dilinin belirtilmesinin bile yeterli olacağı kanaatindeyiz. Tam burada Aguirre’ye kabuğunu ödünç veren Klaus Kinski’den de bahsetmek yerinde olacaktır. O dönemin en ilginç aktörlerinden biri olan Kinski, fevri ve çılgın kişiliğiyle kabul ettiği filmleri yarıda bırakmasıyla ünlüyken birçok yönetmenin onunla çalışmaya cesaret edemediği bilinen bir gerçek. Yönetmeninin de çok makul olmadığı, set koşullarının ise bu kadar zorlayıcı olabileceği bir mekânda çekimi yapılan böyle bir filmde ise problemler yaşanmadığını söylemek çok mümkün değil ki öylede olmamış ve efsaneleşen zorlu çekim maratonuyla Aguirre Wrath Of The God bir kült olmayı başarmıştır. Halefi olarak nitelendirilebilinecek Apocalypse Now’da (Coppala, Apocalypse Now filminde Aguirre Wrath Of God’dan ilham aldığını belirtir.) hem film içeriğinde hem çekim sürecinde selefini takip etmiş ve bir efsaneye dönüşmüştür.

Apocalypse Now, Aguirre Wrath Of God'un etkilediği önemli bir filmdir.

            Aşırı dominant ve diktatörlüğü de aşan yöntemleri, Kızılderili’lere verdiği değerle ispat edilen ırkçı prensipleri, arî ırk yaratma ideali ile Aguirre bir Hitler portatifi olarak da yorumlanabilmiş iken tüm bunların katkısıyla sinema tarihinin en uçuk, en sağlam ve en çarpıcı karakterlerinden biri olarak nitelendirilebilinir.


   Filmin Fragmanı

             


Filmin En Etkileyici Sahnelerinden Biri






19 Nisan 2013 Cuma

Killing Them Softly- Jackie





            Soygun sonrası; garabet, yağmurlu bir hava, tekin olmayan bir arazi.. arabadan inen ilk kertede sadece ayakkabılarını görebildiğimiz siyahlı bir adam. Yerler yağmurdan çamur içinde. Adam ilerlerken bir süre daha ayaklarını göstermeye devam ediyor kamera ve tamamen istem dışı bekliyoruz, fakat adamımız oldukça dikkatli ve paçalarını çamura bulaştırmadan yürümeye devam.. Kamera yukarıya doğru çıkıyor ve bizde Jackie’yi takibe devam ediyoruz. Elinde ki gazeteyi kendine kalkan yapıp alabildiğince yağmurdan korunmaya çalışarak ilerliyor, ilerliyor ve bir arabanın kapısını açarak içine giriyor.

            Jackie ile ilk kez karşılaştığımız bu sahne film ilerledikçe daha anlamlı hale geliyor ve onu tanımak için barındırdığı ipuçları birer birer kendini açıyor. Daha sonra bu sahneye tekrar döneceğimizi belirterek kısaca filmden ve onun olay örgüsü bağlantısında sabırla tasvir ettiği karakterimizden bahsetmek yerinde olacaktır.

            Kibarca Öldürmek en temelinde bir suç hikâyesi; işlerinin ehli ağır Amerikan ağabeylerinin örtülü kapılar arkasında yaptıkları küçük iş toplantıları ve bu toplantılar sonucunda patlayan silahlar silsilesi hikayemizin aksiyon dönemeçleri. Elbette türünün diğer örneklerinden ciddi şekilde ayrıldığı yönleri de bu filmi farklı kılan en önemli özelliği. Her şeyden önce bu film janrın tüm klişeleriyle anlattığı ana hikâyesini bir arka plan olarak kullanarak ayrıntılara inildiğinde açık açık ekonomik kriz içinde ki bir ülkenin; daha ötede kapitalist bir sistemin bilinçlerini şekillendirdiği kişilerden oluşan bir ülkenin tasviri. Jackie’de işte bu ülkenin ve şartlarının ürettiği toplumunun içinde yaşayan organik bir parçası fakat ilginç bir parçası…

Russel filmin ilginç karakterlerinden bir tanesi


            Onu ilginç kılan her şeyden önce etrafını saran tüm bu şartların alttan alta farkında olması ve tüm bu farkındalığıyla birlikte oyunun kurallarına göre kusursuzca ve soğukkanlı bir şekilde kendini konumlandırması. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz bu suç dünyasının bir iş dünyası; Jackie’nin de masanın kurallarına haiz bir iş adamı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu dünyanın her bir aktörü yer ve zamanı geldikçe hamlelerini yapmakta ve bu hamlelerin bazıları ise suç ile işin sınır çizgilerini oluşturmaktadır. Jackie’nin görevi işte tamda bu kritik çizginin gerektirdiklerini yapmaktır. Yaptıranlar dâhil tüm o masanın sakinleri bu kritik çizginin tüm vicdani sorumluluğunun getirdiği kekremsi tadı kaldıramıyor olmakla birlikte işlerinin kârından da ödün veremeyerek düşe kalka ilerlerken Jackie tüm bu vicdani sorumluluğun kendi içinde ki muhakemelerini yapmış ve yükünü omuzlarından atmış ilerlemektedir. Bu minvalde bakıldığında onun ki ne alelade bir profesyonellik ne de bir psikopatın hastalıklı soğukkanlılığı gibi gözükmektedir. Peki onu bu iki rolden ayıran tam olarak nedir? Evet Jackie işini yaparken tam bir profesyoneldir. Tüm ihtimalleri hesaplayıp, çıkan her türlü sorunu tecrübesi ve soğukkanlılığıyla halletmektedir. Tüm profesyonelliği içinde bu adam işinin vicdani yönünü hiçbir şekilde inkâr etmemektedir. Fakat filmin sonunda yaptığı konuşmada da belirttiği gibi onun yükünü de hiçbir şekilde hissetmemektedir. Ancak bu duruşu bir inkar ve kaçıştan ileri gelmemekte aksine zihinsel ve kalbi olarak tüm bu kokuşmuş toplumun üzerine yapılmış gözlemlerle bu iş dünyasını bir suç dünyası haline getiren o çizginin en pis görevini bulduğu cevaplarla kusursuz bir şekilde yerine getirmektedir.

Jackie işinde oldukça titiz ve tecrübelidir


            Jackie bir psikopatta değildir çünkü tüm bu karmaşık dünya sakinleri içinde hem onlarla hem diğer insanlarla ilişkisi göz önüne alındığında en düzgün en dengeli duran kişide yine Jackie’nin kendisidir. Filmin son sahnesinde avukatla yaptığı konuşmada (…  Trying to be nice to you … Sure, I'm a nice guy. I like to make things easy on people... do people favors now and then.) kendisi de bunu dile getirmektedir. Örneğin diğer tetikçi Mickey her an kavga çıkaracakmış gibi asabi bir ruh haliyle, sürekli içip taşkınlık yapma meyilyle çevresindekilere tekin olmadığını hissettirirken Jackie öylesine dengelidir ki hiçbir gereksiz ve aşırı hareketini göremezsiniz. Veya henüz bir yeni yetme olan Russel neredeyse hiç ayık gezmemek de, işlerini el yordamıyla ve hep kıl payı bir şansla halledip iğrenç kıyafetlerle etrafta dolanırken; “evet ben toplum içinde sorunlu bir kıymığım” diye adeta bağırmaktadır.

Son kertede Jackie'nin kendini  tam olarak açtığı kilit bir sahne


 Jackie işinde iyidir. İnsan ilişkilerinde de öyle. Ne açıdan bakarsanız bakın konu mesleği olduğunda güvenebileceğiniz “düzgün” biridir. Evet düzgün biridir; ama iyi bir insan değildir. Zaten bu onun çokta umurunda gözükmemektedir. Örneğin hakikaten filmin belki de en naif bir karakteri olan Johnny’i öldürürken ve öncesinde onu kandırırken eli yada dili hiç titrememiştir.
 Evet son kertede adamımız; içinde bulunduğu tüm bu pisliğin farkında olan ve işini “kibarca” yapıp üzerine hiç kan bulaştırmamaya çalışan sorumlu bir iş adamından başka bir şey değildir. Tıpkı ilk sahnede ki yağmurlu havada, tekin olmayan o arazide, arabadan inip paçalarına hiç çamur bulaştırmadan alabildiğince az ıslanmaya çalışarak ilerleyen; yüzünü göremediğimiz siyahlar içinde ki adamımız gibi...