15 Ağustos 2012 Çarşamba

Dövüş Klübü'nden






BİZLER TARİHİN ORTANCA ÇOCUKLARIYIZ
BİR ACIMIZ YOK
NE BÜYÜK SAVAŞI NE DE BÜYÜK BUHRANI YAŞADIK
BİZİM SAVAŞIMIZ RUHANİ BİR SAVAŞ
VE BUNALIMIMIZ KENDİ HAYATLARIMIZ



We’re the middle children of history.
No purpose or no place.
We have no great war. No great depression.
Our great war a spiritual war.
And our depression is our lives.


TYLER DURDEN



son söz;
…Mazi ve istikbal taraf taraf uçurumdur.
Hararet ve su benim yatağım ve yastığımdır.
Yanmak ve boğulmak işte benim ayinim…


…Arz, kayalar, denizler hatta parlak yıldızlar ve ilahları ve emelleri ve dehası veya bunaklığıyla beşerin ruhu cümleten bütün asumanın göğsünde yok olmaya mahkumdur…




11 Ağustos 2012 Cumartesi

Dark Shadows


Tim Burton Tim Burton Olalı Böyle Film Çekmedi...




1966-72 yılları arasında çekilmiş ve seyircileri ekrana bağlamış kült bir dizi; Dark Shadows… Beyaz perdeye uyarlanma fikri gündeme gelince “peki bu işi kim en iyi başarır?” sorusuna verilecek kâğıt üzerinde ki en olabilitesi yüksek cevaplardan biri hiç kuşkusuz ki Tim Burton olurdu ki öylede oldu. Malum olduğu üzere vampirler, cadılar ve gotik unsurlarla bezeli bir atmosfere dayalı Dark Shadows’un profili Tim Burton’un filmografisiyle referans gösterilebilinecek birçok ortak unsur barındırıyor. Hal böyle iken ortaya çıkan ve tabağa gelen hiçte malzemeyle aşçının maharetinden bekleneni vermiyor ve ne yazık ki Tim Burton çektiği filmlerin belki de en kötüsü diyebileceğimiz bir halkayı filmografisine ekliyor.
                Barnabas Colins; bölgenin en zengin ailesi Colins’lerin yakışıklı ve çapkın oğlu. Daldan dala konup umarsızca kalp kırarken oyuncaklarından biri olarak gördüğü Angelique’in kalbini kırmasının bedelini ağır ödemek zorunda kalacaktır. Gerçekten sevdiği tek kadın Josette’in ölümüyle başlayan ve kendisinin bir vampire dönüşmesiyle devam eden lanetli kaderi Angeluqie liderliğinde kasabalının onu bir lahite hapsedip diri diri gömmesiyle noktalanmış gibi görünse de asıl hikâye bundan sonra başlar. 300 yıllık uykusundan bir kazı çalışmasının vesilesiyle uyanan Barnabas ne kasabayı ne de Colinwood’u hiçte bıraktığı gibi bulamayacak; 300 yıl sonra ki akrabalarıyla olan tuhaf ve komik ilişkisi bir yana azılı düşmanı Angelique’le olan mücadelesi de bu yeniçağda devam edecektir.

300 Yıl Sonra Uyanan Barnabas, Ne Colinwood'u Ne Kasabayı eskisi gibi bulamaz


                1700’lerde başlayan hikâye 1970’lerde devam ediyorken; bu iki dönem içinde titizce üzerinde durulmuş kostüm ve sanat tasarımı filmin tek başarılı unsuru belki de. Karakterlerin ince ince üzerinde durulduğu belli olan kostüm tasarımları keşke senaryonun karakter tasarımı sürecinde de böyle güzel sonuçlar ortaya çıkarsaydı diyor insan. Ve filmin hem 700’ler hem 70’ler için ortaya konan şaşalı dönem atmosferinin verdiği tadın bir benzeri de keşke senaryonun genel dramatujik koca delikleri doldurularak soyut bir bağla izleyicileri sarıp sarmalayabilseydi… Ama olamamış işte ve ortaya “olmamış” bir film çıkmış haliyle.
1245 bölümlük bir dizinin 113 dakikaya birebir sığdırılmasını bekliyor değiliz yalnız hikâyede ki “ben yazdım oldu” saçmalıklarını da Tim Burton hatırına sineye çekmek sinema sanatına açıkça vefasızlık olur. Bir kez sahilde beraber yürüdüklerini gördüğümüz Barnabas ve Victoria karakterleri hemencecik birbirine âşık olurken; ailenin edepsiz kızı Carolyn’ın tam ihtiyaç duyulan anda bir kurt kadına dönüşmesi de hiçbir önsezi hissettirilmeden Angelique’in ağzından verilen zavallı bir açıklamayla geçiştirilebilinecek gibi değil. Bir Tim Burton sever olarak şunu itiraf edebilirim ki filmlerinin genelinde onları eşsiz ve değerli yapan ”Büyük Balık hariç” hiçbir zaman sağlam bir temele dayalı senaryo yapısı olmamıştır ve hatta senaryolarında ki ufak eksiklikler ve hatalara rağmen Burton’un filmleri sevilesidir; çünkü filmlerinde tuhaf bir adamın, samimi iç dünyasının, orijinal çağrışım ve esintileriyle ortaya kendine has birer atmosfer barındıran yapımlar çıkar ve bunlar Burton’u Burton yapar. Ama Dark Shadows, içinde ne Burton samimiyetini, ne kendine has atmosferini ve yaratıcılığını barındırmamakla birlikte, daha öncede bahsettiğimiz eksiklik ve hatalarıyla vasatın altına düşüyor. Alice In Wonderland’da da amiyane tabirle “stüdyo ısmarlaması” kokusu kendini hissettiriyordu ve Alice’de iyi bir film olmayı başaramıyordu ama Dark Shadows basbayağı kötü bir film.

Burton'un Bir Önce ki Filmi Alice In Wonderland'dı.


                Ayrıca içerik okuması olarak küçük bir anekdot: Kapitalist Barnabas’ın sırtını sıvazlayan ve köle doğan Angelique’in mücadelesini bir kötü ambalajına dahi ihtiyaç duymadan alenen yanlışlayan filmle; bir Hollywood yönetmeni olan Burton’u açık açık bunu amaçladığı söylemiyle suçlamasak bile; onun bu ikircikli ve hastalıklı düşünce yapısının, rutin fikir genetiğine oturmuş onlarcasından biri olduğunu vurgulamamıza da engel olmayacağını belirtmek isteriz.





8 Ağustos 2012 Çarşamba

Blow Up/ Thomas



..................istemiyorum ama verin varlığı olan her bir şeyi bakarsınız böylelikle bende huzur bulurum...



           Kalabalık bir bar ortamı, herkes coşmuş durumda. Sahnede ki grup gayet sıkı; pür dikkat izleniyor. Tam o sırada seste bir sorun çıkar ve cızırdamalar duyulur. Grubun gitaristlerinden biri ses verici aletlerin üzerinde ki düğmelerle oynar ilkin. Alet düzelecekmiş gibi olur fakat işte yine cızırtı sesleri müziğe karışmaktadır. Az önce ki gitarist bu sefer ses çıkaran alete sert bir şekilde vurmaya başlar. Ses kesilmez o kesilmedikçe gitaristte alete gitarıyla vurmayı sürdürür. O kötü cızırtılı ses en sonunda kesilmiştir. Ama gitarist durmaz aletle işi bittikten sonra gitarı yerden yere vurmaya başlar ve paramparça eder. Bu hal müziğin devam etmesine engel değildir. Kalabalığı ise daha çok coşturmaktadır. Tam o sırada beklenmeyen bir şey olur ve gitarist elinde ki parçaları kalabalığın içine fırlatır. Bu kalabalık içinde büyük bir dalgalanmaya neden olur. Herkes bu parçalardan birine sahip olabilmek için panikle birbirini ezecek hale gelir ki tam bu sırada kamera parçalardan birinin atıldığı yeri gösterir. Asıl kahramanımız Thomas bu kalabalığın ortasında gitarın atılan sapını alabilmek için kıyasıya mücadele etmektedir. Büyük uğraşlardan sonra sapı alıp kalabalıktan sıyrılır ve kaçar. Birkaç kişi ise sapı alabilmek için hala onu takip etmektedir fakat Thomas onları atlatana kadar durmaz. Nihayet zorluklada olsa peşindeki adamlardan kurtulmuştur fakat tam bu anda ilginç bir şey yapar; zorluklarla elde ettiği gitar parçasını bir kenara fırlatır ve yoluna; filmin kilit unsurlarından biri olan kadını aramaya devam eder.
            Yukarıda ki sahne bir Michelangelo Antonioni filmi olan 1966 yapımı Blow Up’a ait. Filmin bu sahnesini neden özellikle tasvire ihtiyaç duyduğumuz önemli bir unsur fakat öncelikle biraz Thomas’ı irdeleyelim.
            Thomas hiç şüphesiz ki ilginç bir karakterdir. Düz sarı saçları ve soğuk mavi gözleriyle; ilk görüşte ilgi çekmekle birlikte. Hikâye ilerledikçe gerek işiyle ve özellikle insanlarla kurduğu ilişkiler karakterinin karanlık taraflarını yavaş yavaş ve ince ince hissettirip açık etmektedir. Meşhur; çevresinde dört dönen ünlü ya da olmak isteyen onca güzel kızın da kanıtladığı gibi oldukça meşhur ve başarılı bir moda fotoğrafçısıdır. Her bir saati meşgul olan bu önemli adam işini kapsayan tüm bu uğraşlar içinde ister işinin gerektirdiği olsun veya olmasın her bir insan ilişkisinde alabildiğine donuk ve bencil hareket etmektedir. Filmin en başlarında fotoğraflarını çektiği ve ünlü olduğu hissedilen model örneğin Thomas’ı uzunca bir süre beklemiş buna rağmen bir yakınma emaresi göstermemiş Thomas’ın tavırlarında ise bu duruma karşı kayıtsızlık dışında bir şey hissedilmemiştir. Sonra ki çekiminde çalıştığı mankenlere davranışı ise basbayağı itici ve sevimsizdir. Onlara bağırır ve işin ortasında çekip gitmekte herhangi bir beis görmez.

Thomas; zeki, yetenekli ve oldukça ünlü bir moda fotoğrafçısıdır.


Realist bir gözle bakıldığında aslında Thomas birçok kişinin isteyeceği bir hayata sahiptir. Zekidir, yeteneklidir, işinde oldukça iyidir ve bu ona hatırı sayılır bir ün getirmiştir, etrafı istemediği kadar güzel kızla çevrilidir fakat Thomas o donuk mavi gözlerini tüm bu sahip olduklarının etrafında ilgisizce gezdirip günü kurtaracak kadarını tutkuyla istemeden yanına çağırır gözükmektedir. Bu hakikat açlığının ya da tutunamayanların tutunamamasının verdiği bir boşluk değildir. Kahramanımızın az önce saydığımız özelliklerinden birinin tekrar altını çizmek gerekirse gerçekten de yeteneklidir. İstediklerini alabilecek, çekip koparabilecek güce sahip gözükmektedir ve birçoğuna birçok kez sahip olmuş gibidir. Bundan gelen bir öz güvenle kayıtsızca ve tereddütsüz ilerlemektedir. İşte bahsettiğimiz boşlukta tam buradan gelmektedir. Her istediğini alabilen -yetenek ve bundan ileri gelen özgüven-  zengini çocuğun halet-i ruhiyesidir onun ki. Hayatının ona verdiği bıkkınlığı kendi de arkadaşına itiraf eder. (i’m fed up those bloody bitches. I wish, i had tons of Money. Then i’d be free) arkadaşının cevabı ise hoş ve ilginçtir. Thomas’ın filmin başında ayrıldığını gördüğümüz fabrikada, çektiği resimlerden birinde ki bir işçinin resmini gösterir ve sorar. (free to do what? Free like him?)

Thomas ip üstünde cambazlık yaparken

Tüm bu özelliklerle donatılmış kahramanımız istediklerinin anahtarı olarak saydığı bir ip yakalayıverir. Bir cinayetin tanıklığını yapabilecek resimler… İşte kahramanımız da tam ondan bekleneni yapar ve tüm çevikliğiyle bu ipin peşine düşer fakat olaylar öyle bir şekilde ilerler ki ip ellerinin arasından kayıp gidiverir. Bu durum onun –ve bizim de- kendisinden beklemeyeceği bir neticedir. İşte tam da bu netice kahramanımızın iç çelişkilerinden beslenip daha da değerli hale gelmektedir. Çünkü kahramanımızın hem çevresine, tüm o şaşalı gerçekliğine karşı ciddi bir kayıtsızlık içindedir ki biz onun kayıtsızlığından sahip olduklarına değer vermediğini de çıkarabiliriz. Hem de tüm bu –şeyler- için ciddi bir savaş verebilecek potansiyele sahiptir. Tam burada iddiamızın anahtarı usta yönetmen Antonioni’nin en başta tasvir ettiğimiz metaforik sahnesinde gizlidir. Thomas hiçbir şekilde değer vermediği –savurup atmıştı malumunuz sonunda- gitar parçası için savaşmış ve ona sahip olmayı başarabilmiş iken; -a tons of Money- için bir yol olarak gördüğü ipini ise kaybetmiştir.
 Öyle inanıyoruz ki savaştığı her şeyi dürüstçe istediğini kabul edemeyeceğimiz bu genç adam, ipin ucunu yakalayıp neticeyi istediği gibi sonlandırsaydı da filmin sonunda ki pantomim sanatçıları gibi boşlukta bir topla oyalanıp durmaktan ileri gidememe hissiyle; fakat yine topla iyi atış yapıp kazanmanın hırsıyla karışık bir benliğin laneti içinde tatminsiz bir velet misali yeni ipler arayıp duracaktı.

Blow Up Fragmanı