1 Mart 2015 Pazar

Birdman


Cahilliğin Umulmayan Erdemi ya da Tam Aydınlanacağım Bir Gülme Geliyor.


Filmin sonları artık Inarritu'nun kamerası tüm dinamikliğiyle uzun planlar boyunca karakterlerinin peşinde iz sürmeye dolu dizgin devam ediyor. Büyük gösterimin ikinci yarısı için kısa bir ara verildiğinde, kalabalık arasında şöyle bir performanslar hakkında bilgilendirilip yükselen kamerayla Riggan’ın camından içeri süzülüyoruz. Nevi şahsına münhasır süper kahramanımız iç aydınlanmasını birkaç sahne öncesinden yaşamış uzanırken oldukça sakin görünmekte, fikirlerine değer verdiği anlaşılan eski karısına daha önce anlatmadığı bir intihar girişiminden bahsediyor. Kendini boğarak öldürmeye karar vermiş okyanusta ağır ağır ilerlerken deniz analarının saldırısıyla nasıl trajikomik bir şekilde kurtarıldığını anlatıyor. Birdman için söylenecek birçok şey olmasına rağmen, bu sahnedeki Riggan’ın hikayesinin; filmin tamamında farklı donelerle de kendini hissettiren sürekli bir zıt ikililik, bir en olmayacak yerlerde kendini ciddiye almama gerçeğiyle sahnenin dramatizmini delik deşik etme (ki Nuri Bilge’nin filmlerinde çok daha farklı bir biçimsellikle ve farklı bir anlatım unsuru olarak aynı mevzunun çok güzel aktarıldığını belirtebiliriz) durumu, senaryonun üzerine kurulduğu bel kemiği gibi.

Gerçek-sahte
Doğal-yapay
Farklı-sıradan
Doğaüstü-normal
Komedi-dram

Filmin içinde işlenen bu ikilemleri biraz açmak gerekirse;



Gerçek ve sahte, doğal ile yapayın iç içe geçmişliği belki de hikâyenin içine en iyi yedirilen unsurlardan. Oyuncuların aktör ve aktris rollerinden; bu rollerin onların hem tiyatro sahnesinde ki, hem doğal hayatlarında ki ilişkilerinin sahnelerinden doğan diyalektik; biz seyircileri her an diken üstünde tutan bir unsur oluyor aynı zamanda. Şöyle düşünüp dururken buluyoruz kendimizi bir an: Şu an Edward Norton mu rol yapıyor? Yoksa Mike Shiner mı? Hikâyenin kendini çokta ciddiye almamasının tekinsizliği de işin içine eklenince durum içinden çıkılmaz hale geliyor. Özellikle iki kadın oyuncu Lesley (Naomi Watts) ile Laura’nın(Andrea Riseborough) Mike’ın Lesley’i oyunun son perdesinde gerçekten birlikte olmaya zorlamasından sonra paylaştıkları sahnede ki kalıp –herşey yoluna girecek, iyi olacaksın, sen başarılısın- sahteciliği ve oyuncuların burada ki sahte performansları bu ikilemin en iyi hissedildiği sahnelerden biri oluyor adeta. Saura’nın gerçekle oyunun iç içe geçmiş hikâye kurgularının hafif bir buğu gibi Birdman’in oyuncularının etrafında da kendini gösterdiğini söylemek mümkün hale geliyor bir bakıma. Son tahlilde bunu oyuncularda ki karakter aşınmalarının bir meslek hastalığı olarak yansıtılması olarak okumak da mümkün belki. Bu açıdan Riggan’ın kızının küçük isyan oyunlarının bir ergen halet-i ruhiyesinden kaynaklı olması ve bu 3 karakterdeki kadar kendini göstermemesi, eski karısının ise Riggan’dan sonra filmin en samimi ve doğal bir karakteri olması da bu diyalektiği güçlendiren öğeler oluyor.
Karakterler ve aralarındaki ilişkiler bir yana, filmde ardı ardına uçuşan gerçek oyuncu isimleri; ve en önemlisi Michael Keaton’un, aynı The Wrestler’ın Mickey Rourke’u gibi; 90’ların Batman’i olmasına rağmen sönen yıldızının hikâyesindeki Riggan’a paralel olarak Birdman’le yeniden parlaması da gerçekle kurulan küçük ve güzel bağlantılar.



Farklı olmak, daha dürüstsen kendini sıradanlıktan kurtarmak bu çağ insanının vazgeçilmez sıkıntısı malum. Film bu meseleyi de nüanslarla güzel bir şekilde işlemeyi başarıyor. Bu mevzuyu ise daha ziyade filmin hergelesi Mike Shiner üzerinden yansıtıyor. Onun süper kahramanımız Riggan’la bu açıdan tadında bırakılmış bir zıtlık oluşturduğunu söylemek mümkün. Ünlü ve ismi iş yapan bir karakter Mike her an egosuna yatırım yapan bir kendine dönük narsist olduğunu ve her türlü edim ve eylemlerinin bu açıdan çok da samimi olmadığını kendi de Riggan’ın kızına hiç gocunmadan itiraf ediyor. Her anını sahnedeymiş gibi yaşayan Mike sahnede de ne yapacağı pek belli olmaz bir imaj çiziyor filmin ilk yarısında. Yalnız hikaye ilerledikçe asıl farklı -ya da ziyadesiyle tuhaf desek doğru olur- kim açık seçik ortaya çıkıyor. Süper güçlere sahip olup olmaması değil  Riggan’ı farklı ve özel kılan, onun edimlerinin Mike’ın tam aksine çoğu zaman talihsizlikle yoğrulmuş ve planlanmamış olması. Ve değerli mi değersiz mi ayrı bir tartışma konusu olsa da samimi bir mücadeleye sahip olması onu ister istemez her iki hikâyenin de baş aktörü kılıyor.



Birdman… İlk duyduğunuz da bir süper kahraman filmiyle karşı karşıya olduğunuzu düşünebilirsiniz belki. Fakat öyle mi değil mi? Riggan gerçekten Birdman mi yoksa bir şizofren mi? Filmin son sahnesiyle bundan asla tam olarak emin olamayarak koltuğunuzdan kalkmış oluyorsunuz. Bu her ne kadar önemli bir ayrıntı da olsa doğaüstü olma ya da normallik durumunun filmdeki asıl gündemi değil.


Sinema- tiyatro, edebiyat diye uzayıp gidecek her bir sanat dalının bayağı veya değerli addedilecek ürünlerinin belirli standartlar üzerinde gruplandırılması malum. İşte Riggan da tam olarak bu ikilemin içinden çıkıp kendini kanıtlamaya çalışan bir aktör-sanatçı paradigması çiziyor. Geçmişte yaptığı bol gişeli ama eleştirmenlerce hafif bulunan Birdman filmleri dolayısıyla, Broadway’de kendi uyarlayıp yönettiği bir tiyatroyla kariyerini yeni baştan ve daha itibarlı bir şekilde diriltme gayreti içinde. Tam bu noktada Inarritu hikâyesini biçimsel olarak bu iki türün arasında tutarak yarattığı ironiyle filmi daha dikkat çekici ve orijinal hale getiriyor. Bu minvalde Nolan’ın 2009’da Dark Knight’la yaşadığı yenilginin içine düşmekten de kurtulmuş oluyor. Ve Oscar’larını kucaklamayı başarıyor. Akademi sezonunu hesaba katmayıp sezon başında vizyona soktuğu süper kahraman filmiyle Nolan, her ne kadar çok iyi kotarılmış ve dört başı mamur bir film ortaya koymuşta olsa, en iyi erkek oyuncu ve en iyi ses miksajı gibi iki yan dal ödülüyle seneyi kapatmak zorunda kaldı. Dark Knight Yılın belki de en iyi filmlerinden biri olmasına rağmen bir süper kahraman filmi olması hasebiyle mi bilinmez Oscar alamama değil ama Slumdog Millionaire o senenin en iyi filmi seçilmişken aday bile gösterilmeme talihsizliğini yaşadı ise de; Birdman tüm bu handikaplardan sıyrılmayı bir bir başararak en iyi film en iyi yönetmen ve en iyi senaryo dâhil olmak üzere 4 dalda Oscar’ı kucakladı.


Komedi ve dramın iç içe geçtiği bir kara komedi tadı Birdman’in soslarından bir sos olarak hikâyeyi orijinalliğe yaklaştıran bir değerli öğesi. Yukarıda da bir kuple bahsettiğimiz Riggan’ın hikâyesinin en duygusal sahnelerinde bile hayatın kusursuz dramatikliğe gelmeyecek o ikircikli yapısı filme başarılı bir şekilde taşınıyor. Bunda en büyük katkı elbette Riggan’ın içine düşmekten kurtulamadığı o talihsiz sarsaklığı. -deniz analı intihar hikayesi sahnesini hatırlarsınız- Özel olduğu için mi Birdman, Birdman olduğu için mi özel ya da sadece kaçık bir eski şöhret mi hikâyenin baş kahramanı bilinmez ama Birdman’i başarılı kılan da tüm bu hengameli ayrıntı ve kavramlar keşmekeşini iyice toparlayarak bir kült olmasa da iyi bir film hikayesi ortaya koyabilmesi belki.


Hiç yorum yok: